Lynne Ramsay'den Bir Başyapıt: Sıçan Avcısı


SIÇAN AVCISI (RATCATCHER)
-FİLM ELEŞTİRİSİ-



 
"Film çekmek insanın farklı yaşlarda kendi fotoğrafını çekmesi gibi bir şey. Hepsi farklı görünür ama aslında hepsi aynıdır." Der Wong Kar-Wai. Kar-Wai'nin bu sözü her ne kadar yönetmenin kendine has diline vurgu yapsa da, konu Lynne Ramsay olunca çekilen filmlerin birbirine benzer oluşundan ziyade, kusursuz bir biçimde birbiriyle uyumlu ve iç içe geçebilen halkalar niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Bir filminden diğerine gönderme yaparak ustalıkla köprü kurabilen yönetmen, izleyiciyi çoğu zaman bir bulmacanın içine sürükler ve Ramsay’in filmleri böylelikle sinema salonunu terk ettikten sonra bile devam eder. Fotoğrafçılıktan gelen bilgi ve birikimlerini filmlerinde kullanmayı esirgemeyen Ramsay, neredeyse her filminde -kısa filmleri de dahil olmak üzere- izleyiciye adeta bir görsel şölen sunar. Akılcı metafor kullanımı, izleyici kitlesini düşündürmeye yönelik tavrı, kadrajlarında yer verdiği etkileyici kompozisyonları ünlü yönetmenin başlıca özellikleri arasında yer alır.  Yönetmenin ilk uzun metraj filmi olan Sıçan Avcısı(1999), sayılan tüm bu özellikleri içinde barındıran, sanatseverlerin kesinlikle kaçırmaması gereken bir film.  


Filmi izlemeye başladığınız ilk anda, gerçeküstü hisler uyandıracak bir görüntü karşılar sizi. Perdeye dolanmış bir çocuk görüntüsüdür bu. Şekil itibariyle bir embriyodur kafanızda canlanan. Yaşamın ta kendisidir. Yavaşça akan görüntü, gerçeklikten giderek uzaklaştırırken bir tokatla kendinize gelirsiniz. Bu tokat, Lynne Ramsay’in “Hey! İşte geldim, izlemeye devam et” çağrısıdır aynı zamanda. Gördüklerimiz 1970’lerin Glasgow’u... Fakir bir mahalle. İşçiler grevde. Her yerde fareler, çöp torbaları... O çöp torbalarının arasında kendisine bir yaşam kurmaya çalışan 12 yaşında James adında bir çocuk. Çöplükler tıpkı bir bataklık gibi, James’i giderek içine çekmekte. James birisiyle boğuşuyor. Ryan Quinn adı. Az önce gördüğümüz perdeye dolanan çocuk değil mi o?  

Perdeye dolanan o çocuğun, dakikalar sonra öldüğünü görmek şaşırtmaz sizi, birbirine oldukça tezat yaşam ve ölüm kavramlarını bu kadar kısa sürede, böylesine bir ustalıkla yönetmenin iç içe geçirebilmesi şaşırtır. Çocuk ve çocukluk kavramları, yönetmenin filmografisinde oldukça etkili birer temadır. Sıçan Avcısı’nda yönetmen kamerayı çocuklara çevirmez, çocuk adeta kameranın ta kendisidir. Bu yönüyle eser, oldukça özgün bir nitelik kazanır. Sıçan Avcısı’nda James karakterinin hatıralarında hatırladığı veya hatırlamak istediği kadarını görürüz. Başı sonu belirsiz, olabildiğince tarafsız... James’in gördüğü sıklıkta babasını görmemiz, onun bulunmadığı neredeyse hiçbir ortamı görmememiz işte bu sebeptendir. James’in çocukluğu, Ryan Quinn’in ölümün ardından yaşayacağı suçluluk duygusu sebebiyle yarıda kesilir. Geride kalan çocukluğu filmin ilerleyen zamanlarında kendisini bir çavdar tarlasında bekleyecektir. Özgürce yuvarlanabileceği, tüm kötü duygulardan kaçabileceği şans eseri bulduğu bir yerdir burası ama asla tesadüf değildir. O çavdar tarlasını, Lynne Ramsay’in “Kill the Day(1996)” filminde de görürüz. Arasındaki bağlantıyı çözmek ise tamamıyla izleyiciye bırakılır. Filmin bana göre en etkileyici sahnelerinden biri, bir küvette gerçekleşir. Mahallenin diğer çocukları tarafından oldukça hor bir biçimde cinsel anlamda kullanılan Margaret Anne, James ile bir küvette cinsellikten çok uzakta, yaşlarının gerektirdiği biçimde eğlenirler. Onların bu masumiyeti, geri kalan her şeyi önemsiz kılar. Yoksulluk, suçluluk, kötülük kavramları tam da o anda birer birer kaybolur.  Son sahnede, karakterin çavdar tarlasına dönüşü, oldukça alegoriktir. Film bittiğinde ise tek hissettiğim “ Bu bir son değildi, başlangıç da...” 

Yorumlar